Stockholm Sendromu Nedir?
Stockholm Sendromu Nedir?


Özgürlük duygusu hepimiz için bir nefes kadar vazgeçilmezdir. İradesi veya kendisi esir alınmış bir insanın ciddi psikolojik sarsıntılar yaşayacağı da açıktır. Buna karşın, insanların maruz kaldıkları yıpratıcı baskıdan ötürü akılcı düşünemeyebileceği dikkate alınmalıdır. Artık günlük hayatımızdaki söylemlere bile giren Stockholm Sendromu da bunun bir örneğidir. “Stockholm Sendromu nedir?” sorusunun cevabı kısaca: “Rehinenin kendisini rehin alan kişiyle etkileşimi sonucunda ona yakınlık duymaya başlaması” olarak açıklanabilir.


Düşünmesi bile garip olsa da rehin alınan kişinin alıkoyucuya karşı empati ve sempati geliştirmesi mümkündür. Psikiyatr Neils Bejerot tarafından tanımlanan bu psikolojik sorun adını Stockholm’de yaşanan bir banka soygunu girişiminden alır. Bu olayda, bazı rehinelerin soygunculara karşı yakınlık duyduğuna dair işaretler gözlenmiştir. Öyle ki fırsatı varken kaçmayan, zanlılar aleyhine ifade vermeyen; hatta soyguncuları hapishanede ziyaret eden rehineler vardır.


Peki, Stockholm Sendromu neden görülür? Tehditten kaçmak üzerine kurulu içgüdülerimiz, nasıl oluyor da bu şekilde tasarlanarak yönlendirilebiliyor?



Stockholm Sendromu ne demek? Nedenleri nelerdir?

Stockholm Sendromu nedenleri arasında ilk sırayı hayatta kalma isteği alır. Her ne kadar hayatta kalmak tehditten kaçmayı gerektirse de bazı durumlarda boyun eğmeye dönüşebilir. Şiddet, taciz, esaret gibi olaylardan etkilenmiş kimi insanlar, zamanla hayatlarını onlara zorbalık yapmış kişilere borçlu olduklarını düşünebilirler. Hâlâ hayatta olmalarını zorbanın bir lütfu gibi görebilirler. Travma kaynaklı bu bozukluk, onları tehdit kaynağının haklı nedenleri (!) olabileceğine inandırabilir. Dahası, bir süre sonra kendilerini de karşı tarafın zorbalıklarına ortak olacak bir konuma getirebilirler.


Stockholm Sendromu bu açıdan, güce tapma ve hayatta kalma güdüsünün sağlıksız bir sentezidir. Bireyin iradesi o kadar baskı altındadır ki özgürlük kavramına dair algısı bambaşka bir noktadadır. Mağdur, zorbanın yönergeleriyle hareket ederse hayatta kalacağı fikrine sıkı sıkıya bağlıdır. Onun sözünden çıkarsa yaşamını yitirebileceğinden başka bir şey düşünemez. Zamanla zorbanın onu yaşamda tuttuğuna inanmaya başlar ve durumu gönüllü (!) esarete çevirir. Çünkü, özgürlük algısını zorbanın varlığı ile ilişkilendirir.



Stockholm Sendromu belirtileri nelerdir?

Stockholm Sendromu psikiyatri alanının bilimsel terminolojisini içeren DSM-5 kılavuzunda yer almıyor. Fakat durumun sıra dışılığı yıllar içinde öyle ilgi çekti ki bu ifade, dünya çapında kabul gördü. Anlam genişlemesine de uğrayan kavram, benzetme yoluyla farklı konular için de kullanılmaya başlandı.


Bir Stockholm Sendromu mağdurunun mücadele etmeye gücü veya niyeti yoktur. Zihin dünyasında yeni bir yol arayışına giren birey, edilgen olmayı aklında bir alternatif hâline getirir. Özgürlüğün kapısı onun için artık mevcut koşullara uyum sağlamaktır. Bu uyum sürecinde sadece boyun eğmekle kalmaz; tutumları ve davranışları da değişir. Mağdurun saldırgana karşı anlayışı (!) arttıkça savunma mekanizması da güçlünün tarafında olma yönünde evrilir. [1]


Burada ilk dikkat çeken nokta, bireyin yaşadığı muhtaçlık hissidir. Bu sebeple, daha önce bahsedilen “lütuf psikolojisi” içindedir. Boynuna geçirilen esaret çemberi biraz olsun gevşetildiğinde, bunu “erdemli bir davranış” olarak görür. Zorbanın lehine empati de böyle başlar. Belirtiler genel olarak şöyle özetlenebilir:


Zorbanın belli bir çıkarla gösterdiği olumlu davranışların lütuf sayılması,

Şiddeti fiilen meşrulaştıran türden empati,

İstismar eden tarafla özdeşleşme işaretleri,

Zorbayı da bir mağdur olarak değerlendirmek,

Var olma karşılığında zorbaya duyulan minnet.



Stockholm Sendromu belirtileri farklı mağduriyetler yaşamış kişilerde ortaya çıkabilir. Kurban kimi zaman aile içi şiddete veya cinsel saldırıya uğramışken; bazen de savaş, terör veya farklı bir şiddet eyleminin mağduru olabilir. Yoğun dini veya politik despotizm nedeniyle bazı siyasi partiler ya da dışa kapalı tarikatlar gibi oluşumlarda da Stockholm Sendromu vakaları görülebilir.



Stockholm Sendromu tedavisi nasıl olur?

Stockholm Sendromu tedavisi için en yaygın kullanılan yöntem ise psikoterapidir. Travmatik bağlılığın giderilmesine yönelik farkındalık odaklı terapi etkili olabilir. İstismarcı veya zorbanın gerçekte nasıl biri olduğuna ve hedeflerine dair bir psikolojik yaklaşım geliştirilir. Güvende olmak, yüzleşmek ve travma sonrasında gerçek hayata dönüş amaçlanır. Bu noktada, istismarcıya yönelik empatinin doğru yerlere yönlendirilmesi gerekir. Kurbanın veya mağdurun kendisiyle aynı sorunu yaşayan kişilerle bir araya geldiği grup terapileri de düzenlenebilir. Stockholm Sendromu yaşadığınızı düşünüyorsanız terapi sürecinize TAPPY ile hemen başlayabilirsiniz.



Popüler kültürde Stockholm Sendromu

Çok yaygın görülen bir durum olmasa da Stockholm Sendromu popüler kültürde sıkça işlenmiştir. Bunda durumun sıra dışılığı oldukça etkilidir. Gündem yaratan gerçek olaylar kadar sinema filmleri, tiyatro oyunları, kitaplar ve daha pek çok sanat eserine de konu edilmiştir.


Yaşanan olaylardan ilki sendroma adını da veren Stockholm’deki banka soygunu olayıdır. Bankada rehin alınan dört kişi, kaçma fırsatı olduğu anlarda bile bir girişimde bulunmamışlardır. Mağdurların bir kısmı soyguncuların mahkeme masraflarını ödemek için aralarında para toplamışlardır. Hatta bir mağdur, hapishanedeki sanıklardan biriyle evlenmek için nişanlısını terk etmiştir.


Diğer bir olay ise oldukça zengin bir ailenin kızı olan aktris Patricia Campbell Hearst’ün yaşadıklarıdır. İyi bir eğitim alan ve varlıklı bir yaşam süren Hearst, 1974’te Simbiyonez Özgürlük Ordusu tarafından evinden çıkarıldı. Taleplerinin yeterince karşılanmadığını söyleyen örgüt, Hearst’ü bırakmadı. Bir ay sonra örgüte katıldığını açıklayan Hearst, bu örgütün bir soygununda da yer aldı. Bir yıl sonra örgüt üyeleriyle yakalandığında pişman olmadığını ve kendini özgür hissettiğini söylemişti.


Stockholm Sendromu film konusu olarak da sıkça ele alınmıştır.1997 yapımı Olağanüstü Bir Hayat, 2001 yılında çekilen Haydut, 1989 yılı filmlerinden Bağla Beni, 1998 yılında seyirciyle buluşan Buffalo’66 ise kavramın beyaz perdedeki yansımaları arasındadır. La Casa De Papel dizisindeki Mónica Gaztambide karakterinin kendisini rehin alan banka soyguncusuna âşık olması da buna örnektir. Soyguncuların tarafına geçen Monica’nın Stockholm kod adını alması, sendroma yapılan bir atıf olarak kabul edilebilir.



Kaynak:

[1] A. M. Sandler. (1996). The Psychoanalytic Legacy Of Anna Freud. The Psychoanalytic Study of the Child, sf: 270-284.


Paylaşmak Güzeldir :)

Paylaş: